Bu videoyu 30 Ekim 2022’ de çekmiştim. İstifamın üzerinden
bir ay geçmiş ve hala kendime gelememiştim. Bunun zaman alacağını anlamıştım.
Tutunduğum şeyse yalnızca bir hayaldi. Başarması çok güç bir hayal. Adı
üzerinde hayaldi; dokunmak istesem dokunamam. Tutmak istesem tutamazdım. Ben de
inanmayı seçtim. Dokunamadığım, göremediğim, tutamadığım bir şeyi hissetmeyi
seçtim. Ve o an anladım ki bu hepsinden daha güçlüydü. Senelerimi verdiğim iş
yerinde haksızlığa uğramam ve emeklerin karşılığında aslan gibi bir mobbingle karşılaşmam
sonucu en doğru kararın 5 sene boyunca yol aldığım şirkete veda etmek olduğuna
karar vermiştim. Mobbingin gerek doğrudan gerek dolaylı olarak içerisinde yer
alan insanlara kızgındım. İnsanların neden kötü olmayı seçtiğini
anlayamıyordum. Hepsine tek tek baktığım zaman herkesin tek derdinin karını
maksimize etmek olduğunu gördüm. Yaptıkları her şeyin sebebi buydu. Daha az
çalışmak, daha çok kazanmak… Kaçırdıkları bir şey vardı ki uzun vadede elde
ettikleri tek şey zarar olacaktı. Acıdım, ben bu insanlara acıdım. Ve inandım
kırılan bir kalbin, çalınan bir emeğin, yenilen bir hakkın hesabını soracak tek
kişinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna. Öyleyse yapılacak en doğru şey
sahayı terk etmek ve yoluna bakmaktı, ben de öyle yaptım. Kim bilir yaşadığım
olumsuzluklar olmasaydı aynı şirkette, aynı işi yaparak emekli bile
olabilirdim. Lakin hayat beni daha iyi yerlere layık görmüş olacak ki bu
yolculuk burada noktalanmıştı. Mademki bir defteri kapatmıştım şimdi oturup
düşünme vaktiydi. Sevdiğim, mutlu olacağım, insanlara fayda sağlayabileceğim
bir şeyler olmalıydı. Çünkü yaptığım işin en berbat tarafı ruhsuz oluşuydu,
sosyal faydasının yok denecek kadar az olmasıydı. Ve bu resmetmekti. En büyük tutkumdu
hayattaki. Kâğıdın kalemler buluştuğu an fırtınalar kopardı yüreğimde. Aşkı
tatmayan, aşkla bağlı olmanın ne demek olduğunu bilmeyen insanların
anlayamayacağı bir şeydi bu. Lakin çok zordu bu yol. Yeteneğim beni diğer tüm
insanlardan ayırıyordu fakat benim yetenekli insanların arasından
sıyrılabilecek kadar donanıma ihtiyacım vardı. Buysa sarsılmaz bir azim ve
çokça zamanla mümkündü. Denemeye karar verdim, denemek istiyordum. Böylesine
yoğun bir çalışma dönemi içerisinde bir işte çalışmam pek mümkün gözükmüyordu.
Kendime ayırmam gereken süre zarfında çalışmadan da kendimi idare edebileceğimi
düşündüm. Pek tabi çalışmıyor olmanın getireceği zorluklarda olacaktı. Tüm
bunların yanında işin sonunda başarısız olmakta vardı. İçimdeki o deli kız
susturdu tüm kötü sesleri. Dene dedi, yalnızca dene. Hiçbir şey kaybetmeyeceksin.
Ve ben artık yola çıkmıştım. Kalemi elime almıştım artık bırakmak yoktu. Dur
durak bilmeden çizim yapacağım günler başlıyordu böylece. Ardı arkası
kesilmeyen ödevler verdim kendime. Kalemi elimden bıraktığım an geçen her
saniyeye düşmandı sanki bana. Gördüğüm her şeyi çizmeye çalıştım. Önce bakarak
sonra bakmadan, hafızamda kalanlarla… Defalarca denedim çoğu şeyi, bazen o
kadar çok olmadı ki parçaladım kâğıtları. Sonra yeniden denedim ve yeniden.
Olmayanı oldurana dek… Farklı figürler, eller, ayaklar, portreler, mekânlar,
hayvanlar… Akla gelebilecek her şeyi. Çize çize kazıdım hafızama. Sabahladım,
aylarca sabahladım… Az uyudum kalktım yine devam ettim. Kıpır kıpırdı yüreğim,
şen kahkahalarıyla dans ediyordu yüreğimdeki çocuk. Elbette delirdiğim,
sıkıldığım zamanlarda oluyordu. Az bir dinlenip bir kahvemi içtikten sonra
parçaladığım kâğıtların parçalarını takip edip yine oturuyordum çizim masasına.
Yol asla doğrusal değildi. Bazen çok yol aldığımı düşünürken bazen bir arpa
boyu yol almamışım gibi geliyordu. Bazen yaptıklarımdan memnun olurken bazen
inanılmaz yetersiz geliyordu bana ortaya çıkardıklarım. Ama başarı böyle bir
yol dedim kendime. Bazen inişli bazen çıkışlı lakin geniş bir perspektiften
bakınca yol seni her zaman ileri götürüyordu. Devam ettim. Günler, haftalar,
aylar geçti böyle. Başarmak için önce inanmak gerekiyordu. Kendime inandım;
olacak bu iş Nergis, dedim. Tüm alternatifleri önüme koymuştum. Ama hedefim
içlerinden biriydi. Aylarca o okulun adını sayıkladım. Kazandığım anı, okulun
bahçesinde şarkılar söylediğimi, derslere girdiğimi hayal ettim. Arzu ettiğim
her şeyin hayalini kuruyordum. Kazanacağım bu okulu dedim. Evrene doğru mesajı
göndermek, inanmak, arzu ettiğin şeyin gerçekleştiğini hayal etmek… Yaptığım
şeylerdi bunlar. Ve o büyük gün geldi delicesine heyecanlıydım. Okulun o koca
kapısından içeri girdim, elimde duralitim... Sınavın birinci aşaması canlı
modeldi. Gelen herkesi tek tek inceliyor, heyecanla konuşuyordum insanlarla.
Sınava kaç kişi girecekti, bana nasıl bir model düşecekti, yapabilecek miydim,
ya o an bildiğim her şeyi unutursam ne olacaktı, ya stresten kusar hatta
bayılırsam napardım ben… Aklımdan bir sürü senaryo geçiyordu. Sınav öncesi
elimi açmak, son birkaç deneme yapmak için kâğıt getirmemiş olduğuma
hayıflandım. Hemen yanımda oturan kıza sordum ama o da getirmemişti. Uzaklarda
bir kız çekti dikkatimi; küçük, zayıf ve heyecanlı bir kız. Stresten
kasılmışçasına oturuyordu bankta. Yanında proje tüpü de vardı. Muhakkak kâğıdı
da olmalı diye düşündüm. Öyle ya proje tüpünü süs olsun diye yanında getirmiş
olamazdı. Yanına gittim ve bir kâğıt aldım ondan. Böylece tanışmış olduk
Melikeyle, sınıf arkadaşımla… Akabinde her birimiz kendi köşelerimize çekilip
sınav için son hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Annemin eskizini almaya
çalıştım, güneş o kadar yakıcıydı ki devam edemedim. Öyleyse imgesel bir figür
çalışayım dedim. Yaşlı bir amca çalıştım hemen. Ve evet hayatım boyunca
saklayacağım 50-70 bir kâğıdım olmuştu artık. Ve o ses duyuldu “ Sınava alımlar
başlamıştır.” Vakit tamamdı. Bir yıl aynı kursta sınıf arkadaşı olduğumuz Nur’
u gördüm kapıda. O da anneme telefonunu bıraktı. Defalarca öptüm Neşliş ’i
sonra annemi. En sonunda Nesliş ’in hadi artık git isyanından sonra artık sınav
salonundaydım. Nur ile aynı gruptaydık bu bir tesadüf olamazdı. Bence ikimizde
kazanacaktık. Kısa siyah tayt şortlu, crop bluz üzerine bol bir gömlek giymiş
bir kız oturmuştu karşımıza; bizim grup bu modeli çizecekti. Sakin ol dedim
kendime, defalarca denedin Nergis, yapacaksın. Ve böylece kendimle konuşacağım,
bir hoca gibi çizimimi aşama aşama takip edip kendime anlatacağım iki buçuk
başlamış oldu. Sınav bir açıdan zorlu koşullarda geçecekti. Kolları olmayan
plastik bir sandalyede duralitlerimizi dayayacak bir yer olmadan iki buçuk saat
çizecektik. Sürenin sonuna yaklaşmıştık, kâğıdımdan epey memnundum. Modelimin
ölçüsü, derinliği epey iyi gözüküyordu. Teslim etmek için ayağa kalktığımda ise
figürümün ayaklarının bir tık küçük olduğunu fark ettim. Ölçü konusunda buradan
puan kırılacaktı. İnsan bazı şeyleri geç fark edebiliyordu. Bakmak ve görmek
aynı şeyler değildi. İşte resmin kattığı bu bilince aşıktım. İçim rahattı,
ölçüde fark ettiğim ufak bir sıkıntı dışında kâğıdıma güveniyordum. Arkadaşlarıma
ikinci aşamada görüşmek üzere diyerek ayrıldım. Bir sonraki gün Mimar Sinan’ ın
özel yetenek sınavı çıkışında ise ikinci aşamaya geçtiğimin müjdesini aldım.
İkinci aşama sınav günü gittiğim zaman listeleri kontrol edince aday
öğrencilerin büyük bir kısmının elenmiş olduğunu gördüm. Çok kişiyi ardımızda
bırakmıştık. Bir yandan sevinirken bir yandan da daha çok korkmaya başlamıştım.
Kurul oldukça seçiciydi. Çok fazla kişi elenmişti ikinci aşamada zor bir soru
ile sınanabilirdik… Döndüm oturduğumuz masaya “
Olacak bu iş, kazanacağım.” dedim. Sarsılmaz bir inanç vardı yüreğimde. Müthiş
bir azim ve istikrarla yürüdüğüm bu yolda inanılmaz bir inançla devam
ediyordum. İnandığım her şeye böyle tutunurdum zaten. Yorulmadan devam eder
vazgeçmeyi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Kendimle, gösterdiğim çaba ve
özveriyle gurur duyuyordum. Sınav için kılavuzda deneysel desen olarak bilgi
verilmişti. Ne sorulacağına dair pek de fikrimiz yoktu. İmgesel olabilirdi,
yarı imgesel olabilirdi ya da daha önceki yıllarda örnekleri olduğu gibi daha
farklı çalışmalarda isteyebilirlerdi. Hepsine hazırdım. Ve solanda yerimi
aldım. Hocalar oldukça mütevazı ve naziklerdi. Bu bir nebzede olsa heyecanımızı
alıyordu. Ve soru geldi, sınav imgeseldi. Hemen başladık, kapkara kollarımızla
sınav salonundan çıkana dek. Ben umutluydum, mutluydum. Kendime de kâğıdıma da
güveniyordum. Bundan sonrası nasipti. Kayıtta görüşmek üzere dedim
arkadaşlarıma ve ayrıldım. Sınav sonuçları açıklanana kadar yerimde
duramayacağım anlaşılmıştı. Deli gibi heyecanlıydım ve sadece sonuçların
açıklanmasını istiyordum. Telefonum çaldı, arayan Nur’du. Açtım. Alo’dan sonra
söylediğim ilk şey “ Açıklanmış mı?” oldu. Açıklanmış ve Nur kazanmıştı.
Telefonu kapattım ve evin içinde bir tur attım. Akabinde titreyen ellerimle
bilgisayarı aldım. Heyecandan şifremi doğru yazamıyordum. Neyse ki üçüncü
denemede sisteme giriş yapabildim. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim
Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Resim – İş Öğretmenliğini kazanmıştım. Ben
kazanmıştım. Hayalimdeki okulu kazanmıştım. Uykusuz gecelerimin, şişen
gözlerimin, ağrıyan bileklerimin, verdiğim emeklerin karşılığında Türkiye’nin
en iyi okullarından birini kazanmıştım. İstanbul resim öğretmenliği bölümü olan
tek üniversiteyi… Allah’ın bir hediyesiydi bu, kıymetini bileceğim nadide bir
hediye… Ne kadar şükretsem az geliyordu. Hayatın harikulade bir dengesi vardı.
Şer dediğimiz hayır, hayır sandığımız şer çıkabiliyordu. Beş senemi verdiğim
bir iş yerinden tazminatımı bile almadan ayrılmam benim için kötü bir olaydı.
Ardında çiçekli bahçeleri açan kötü bir olay. Kötü sandığım lakin şimdilerde
iyi ki de olmuş dediğim bir olay. O zamanlar beni çok inciten neticesinde
şirketten ayrılma kararı aldığım yöneticime teşekkür etmek isteyeceğim aklıma
bile gelmezdi. Mobbing sever bir yöneticiye ve onun yaptıkların çanak tutan bir
CEO’ ya kim teşekkür etmek isterdi ki. Ben istermişim mesela. Âlemlerin Rabbine
bıraktım yüreğimi inciten davaların hesabını. Şeytanların sofrasında ekmek
yemek yakışmazdı bize. Ben gördüğüm kötülüğün ardından sessizce terk etmeyi
seçtim. Gönüllerimizin sahibi Allah’tı; yenilen hakların, kırılan kalplerin
hesabını soracak olanda. Ben davalarımı Rabbime bıraktım. İnandım, güvendim,
sığındım… Sıradan bir insan kaynakları uzmanı ya da sıradan bir yönetici
olacakken Nergis olarak var olacağım yollara beni itenlere teşekkür ederim.
Üzgünüm ama adımı duyuyor olacaksınız. Güçlü ve güzel bir sanatçı olacağım.
Yalnızca sizler değil, kim bilir dünyanın bir ucundaki bir insana bile yetişir
sözlerim. Belli mi olur? Hem ben neleri başardım değil mi ,? Bakıyordum da
istifamdan bu yana sadece ay geçmiş, bir yıl bile olmamış daha. Devam etmiş
olsaydım alacağım şey uyduruk bir terfiden fazlası olmayacaktı. Şimdiyse
dünyalar benim… Geçen zaman kime neyi getirdi bilemem ama bana kendimi
bulacağım çiçekli yolları açtı. Aynada gözleri ışıl ışıl, yüreği kıpır kıpır
genç ve güzel bir kız görüyorum. Onunla gurur duyuyorum, onu çok seviyorum.
Yüreğim sonsuz ve tevekkül ve Allah sevgisiyle ışıldıyor. Bana bugünleri
gösteren ve sayamayacağım kadar çok şeyle nimetlendiren Rabbime şükürlerimi
sunuyorum sık sık. Sonra dönüyorum canım kendime ve diyorum ki “ Bu daha
başlangıç, mücadeleye devam…” Benim adım NERGİS ne iyilikten ne de yolumdan
dönmeyeceğim. Güzel çiçekler ektim bahçeme, mis gibi kokan renk renk açan. Güzel
dostlar biriktirdim haneme; sevincimde kucakladığım, derdimde omuzunda
ağladığım. Bir gülüş yerleştirdim dudağımın kıvrımına; her geçen gün kendisine
yaklaşan, yüreği huzurla, eli iyilikle dolu olanlara özgü bir gülüş. Bir aşk
yerleştirdim yüreğime; sevdanın Rabbimden geldiğine inanarak, aşkın kaynağının
Allah, aşkların en güzelinin Allah aşkı olduğuna inanarak. Yol güzel, yolculuk
güzel, varılacak yer hepsinden daha güzel… Aşkla…