24 Nisan 2024 Çarşamba

YENİ HAYAT

Yeni evde ilk gün… Penceremi sonuna kadar açtım, göğü doldurdum odama, her bir yıldıza ayrı bir dileğimi emanet ettim. En güzel dualarımı bu güne sakladım. Nice ayrılıkların, acıların ardından yeni bir sayfa açılmıştı önümüzde… Hayat, götürdükleri kadar getirdikleriyle de göz kırpıyordu. Geride kalan olmak da ardında bırakan olmak da zordu. Her şeyin faniliğini unutuşlarımızla kök salmaya çalıştığımız her an bu yarayı derinleştiriyordu. Kök salmadan ya da bunu düşlemeden yaşamak da imkânsızdı. Her şeyin faniliğinin yanı sıra kurduğumuz bu amansız bağlardı bizi biz yapan. Lakin hayat öğretiyordu da, olmazsa olmaz dediğimiz çoğu şeyin olmadan da hayatın devam edebileceğini. Yani hayat dudağımızın bir yanında güller açarken diğer yanında ağıtlar taşımakmış ve tüm ümidinle o güllere sarılmak… Öyleyse hoş geldin yeni hayat, hoş geldin… Neşeni de beraber getir, her şey çok daha güzel olsun…

 

17 Şubat 2024 Cumartesi

İSKELE

 


Bacasından gökyüzüne savuruverdigi kara dumanlari ardında bırakarak ayriliverdi iskeleden. Yağmur damlalarının süslediği aydınlık bir camın ardında kaldı görüntüsü. O bilmiyordu belki ama yağmur damlalari onu da suslemisti. Buğulu bir isiltiyla kapatmıştı kusurlarını camın ardında kalan her şeyin.Guzellik her şeyin aynı ışıktida parlamasi demek değildi belki de? Gözümüzünde yaptığı bu değil miydi? Bir şeyler bir seylerin ardında olmalıydı.Her şey olması gerektiği kadar patlamalı, her şey görünmesi gerektiği kadar gorunmeliydi. Tıpkı gördüğümüz gibi, anlaşılmaz bir aydınlığa hapsolmamis bir dünya...

9 Kasım 2023 Perşembe

NEFES ALIŞ

 Okula başlayalı aylar olmasına rağmen bir tutam sessizliği paylaşmamışım zamanın asılı kalan zarfında… Sonbaharın varlığını hissettirirken gidişinin de yaklaştığını fısıldadığı tatlı bir akşamüstünde buluşuyorum kendimle. Ben hep kendimleyim belki lakin mekânın ruhunun inkâr edilemezliğinin içinde bir başka benle tanışıyorum. Bir beton yığınının içinde hissedemeyeceğim gerçekliği kucaklıyorum. Bahçenin tam ortasında belki de bahçenin köşesindeki tahta bankın üzerinde… Güneşin doğuşunu selamladıkları gibi batışını da selamlayan kuşların cıvıltıları eşlik ediyor bana. Karanlığın çöküşü ile birlikte kendini daha dav hissettirmeye başlayan soğuk parmak uçlarımı üşütüyor. Yüreğimdeki sıcaklıkla kuşatınca etrafımı soğuğu da hissetmemeye başlıyorum sanki. Yazmayı ne kadar da özlemişim böyle. Neden yazdığımı da soruyorum kendime, neden böylesine sevdiğimi satırlara dökmeyi yüreğimdekileri. Hangi sorunun cevabını alabildim ki bu hayatta. Karmaşanın büyüklüğü karşısında eziliyor ruhlarımız. Herkes bulduğunu hakikat sanıyor. Hakikati bulan var mı desen, sanmam. Lakin bulduklarımız, inandığımız gerçekler hayat tutunan dallarımız oluyor. O gerçeklerse çokça değişiyor. Değişmesi gerektiğini biliyorum. Her değişen gerçeklikte taşladığımız bir ruhu anlarken buluyoruz kendimizi. İşte olması gereken. Tüm kavgaların yersizliği büyüyor gözümde. Neyle kavga edeceğini iyi seçmeli insan diyorum. Kavga ettiklerimiz, bazen geride bıraktıklarımız bazen bizi bekleyen biz. Kavga yalnızca kötü olanla olmalı… Bazen de bazı sorulara cevap bulabiliyor insan. Kelimelerin arasında dans ederken bulamadığım cevapları arıyorum bazen. Belki satırlarımı okuyan birisi benim bulamadıklarımı bulur, benim göremediklerimi görür. Ya da ben kendimle ya da kâğıdım ve kalemimle giriştiğim bu tatlı sohbetlerde ömrümde hiç yanmayan bir ışığı yakıveririm. Kat ettiğim onca yol ispatı değil midir bunun? Kendinden daha güzel bir arkadaş olabilir mi insana? Dönüp dolaşıp geleceğimiz yer kendi içimizdeki balta girmemiş ormanlar değil midir? Hava iyice kararıyor, lambalar yanmaya başlıyor bir bir. Okulu akşam ilk görüşüm. Akşamın ve gecenin bir başkalığı konusunda hemfikirleşiyorum kendimle. Akşamını görmediyse insan bir yerin, gördü sayılır mı orayı? Ben saymam gördüğümü, karanlığın kuşattığı halini görmediğim yeri. Birkaç deli kedi bir fareyi kovalamaya başlıyor bahçenin tam ortasında. Fareye üzülen kahraman kızlar kedilere mani olmaya çalışıyorlar ama ne fayda, kim tutabilir ki deli kedileri. Karşılaşma ihtimalimin nispeten az olduğu bu nadir olayı da armağan ediyor bana bu nefes alış. Kediler fareyi yakalayabildi mi bilmiyor, ben onlar kadar hızlı değilim… Bir kedi kadar bile hızlı değilken hayatı yakalamaya çalıştığım geliyor aklıma. Gülümsetiyor bu beni. Her kadın gibi mücadelemin elinden tutup yürüdüğüm hayat yolunda selamlıyorum kendimi. Eşyalarımı güzelce topladıktan sonra kalkıveriyorum bu güzel an içinde beni misafir eden her şeye teşekkür ederek. Yola koyulma vakti geliyor yine. Her kısa molanın ardından olması gerektiği gibi. Yollar bizi bekler…

6 Eylül 2023 Çarşamba

KARDEŞİME

Her ayrılık vedayi saklar mi gogusunde ? Bilemiyorum. İnsan bazen bir çok kavramın aynı anda ruhunda çarpıştığıni hissediyor. Güzel bir şeyler olduğunu düşünse hüznün gölgesi altinda salinverirken buluyor insan kendini. Evet, her şeyin değiştiği derin bir cizgideyiz. Lakin içerisinde yakinloklar barindiran bir uzakligin kucakladigimi dusunuuorum bizi. Her şeyin daha güzel olacagina dair içimde yeşeren ümitlerim boy verirken hayatın getirdiği yenilikleri sevgiyle kicaklamyi seçiyorum. Çıktığımız yolda guzergahlarimiz degisirken ben kopmaz bağlarla bağlı oldugumuz gönül zincirlerine tutunuyorum. En zor günleri ardımızda bıraktığımızi düşünüyorum. Ve hayat yeni basloyor canim..

Ruyamdaki beyaz kuşum... Bir rüya gördüm geçen gün. Kuluckaya ytmiscasina iki kanadını kabarta kabarta yüksek bir yerde oturan kara bir kuş vardı, yanindaysa gelin gibi beyaz bir kuş. Sanki bir mısır kocaniydi ağzına aldığı , yiyebilecegin çok daha büyük. Merakla baktım yiyebilecek mi diye düşünürken. Sonra onun içinden yiyebileceği boyda minik minik parçalarla riziklamdigini  gördüm. Güzel kusa ne yapsak diye sorarken "Ucuralim" dedi, sahipsiz bir ses. Yuvadan ucan güzel kuşumz rızkını kanatlarında taşıyan. Kanatlarını kabartan kara kusu ardinda bırakıp kendi aydınlığında suzul semada. Uctugun yerler cennet olsun, cennetini eteklerinde taşı... Dilerim ki hayat sana nazik davransin, incinmedigin bir ömrün olsun... Ve yine dilerim en incindigin günler geride bıraktıkların olsun.

Sevgiyle... 

1 Eylül 2023 Cuma

KİTABIN SON SAYFASI

 




Bu videoyu 30 Ekim 2022’ de çekmiştim. İstifamın üzerinden bir ay geçmiş ve hala kendime gelememiştim. Bunun zaman alacağını anlamıştım. Tutunduğum şeyse yalnızca bir hayaldi. Başarması çok güç bir hayal. Adı üzerinde hayaldi; dokunmak istesem dokunamam. Tutmak istesem tutamazdım. Ben de inanmayı seçtim. Dokunamadığım, göremediğim, tutamadığım bir şeyi hissetmeyi seçtim. Ve o an anladım ki bu hepsinden daha güçlüydü. Senelerimi verdiğim iş yerinde haksızlığa uğramam ve emeklerin karşılığında aslan gibi bir mobbingle karşılaşmam sonucu en doğru kararın 5 sene boyunca yol aldığım şirkete veda etmek olduğuna karar vermiştim. Mobbingin gerek doğrudan gerek dolaylı olarak içerisinde yer alan insanlara kızgındım. İnsanların neden kötü olmayı seçtiğini anlayamıyordum. Hepsine tek tek baktığım zaman herkesin tek derdinin karını maksimize etmek olduğunu gördüm. Yaptıkları her şeyin sebebi buydu. Daha az çalışmak, daha çok kazanmak… Kaçırdıkları bir şey vardı ki uzun vadede elde ettikleri tek şey zarar olacaktı. Acıdım, ben bu insanlara acıdım. Ve inandım kırılan bir kalbin, çalınan bir emeğin, yenilen bir hakkın hesabını soracak tek kişinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna. Öyleyse yapılacak en doğru şey sahayı terk etmek ve yoluna bakmaktı, ben de öyle yaptım. Kim bilir yaşadığım olumsuzluklar olmasaydı aynı şirkette, aynı işi yaparak emekli bile olabilirdim. Lakin hayat beni daha iyi yerlere layık görmüş olacak ki bu yolculuk burada noktalanmıştı. Mademki bir defteri kapatmıştım şimdi oturup düşünme vaktiydi. Sevdiğim, mutlu olacağım, insanlara fayda sağlayabileceğim bir şeyler olmalıydı. Çünkü yaptığım işin en berbat tarafı ruhsuz oluşuydu, sosyal faydasının yok denecek kadar az olmasıydı. Ve bu resmetmekti. En büyük tutkumdu hayattaki. Kâğıdın kalemler buluştuğu an fırtınalar kopardı yüreğimde. Aşkı tatmayan, aşkla bağlı olmanın ne demek olduğunu bilmeyen insanların anlayamayacağı bir şeydi bu. Lakin çok zordu bu yol. Yeteneğim beni diğer tüm insanlardan ayırıyordu fakat benim yetenekli insanların arasından sıyrılabilecek kadar donanıma ihtiyacım vardı. Buysa sarsılmaz bir azim ve çokça zamanla mümkündü. Denemeye karar verdim, denemek istiyordum. Böylesine yoğun bir çalışma dönemi içerisinde bir işte çalışmam pek mümkün gözükmüyordu. Kendime ayırmam gereken süre zarfında çalışmadan da kendimi idare edebileceğimi düşündüm. Pek tabi çalışmıyor olmanın getireceği zorluklarda olacaktı. Tüm bunların yanında işin sonunda başarısız olmakta vardı. İçimdeki o deli kız susturdu tüm kötü sesleri. Dene dedi, yalnızca dene. Hiçbir şey kaybetmeyeceksin. Ve ben artık yola çıkmıştım. Kalemi elime almıştım artık bırakmak yoktu. Dur durak bilmeden çizim yapacağım günler başlıyordu böylece. Ardı arkası kesilmeyen ödevler verdim kendime. Kalemi elimden bıraktığım an geçen her saniyeye düşmandı sanki bana. Gördüğüm her şeyi çizmeye çalıştım. Önce bakarak sonra bakmadan, hafızamda kalanlarla… Defalarca denedim çoğu şeyi, bazen o kadar çok olmadı ki parçaladım kâğıtları. Sonra yeniden denedim ve yeniden. Olmayanı oldurana dek… Farklı figürler, eller, ayaklar, portreler, mekânlar, hayvanlar… Akla gelebilecek her şeyi. Çize çize kazıdım hafızama. Sabahladım, aylarca sabahladım… Az uyudum kalktım yine devam ettim. Kıpır kıpırdı yüreğim, şen kahkahalarıyla dans ediyordu yüreğimdeki çocuk. Elbette delirdiğim, sıkıldığım zamanlarda oluyordu. Az bir dinlenip bir kahvemi içtikten sonra parçaladığım kâğıtların parçalarını takip edip yine oturuyordum çizim masasına. Yol asla doğrusal değildi. Bazen çok yol aldığımı düşünürken bazen bir arpa boyu yol almamışım gibi geliyordu. Bazen yaptıklarımdan memnun olurken bazen inanılmaz yetersiz geliyordu bana ortaya çıkardıklarım. Ama başarı böyle bir yol dedim kendime. Bazen inişli bazen çıkışlı lakin geniş bir perspektiften bakınca yol seni her zaman ileri götürüyordu. Devam ettim. Günler, haftalar, aylar geçti böyle. Başarmak için önce inanmak gerekiyordu. Kendime inandım; olacak bu iş Nergis, dedim. Tüm alternatifleri önüme koymuştum. Ama hedefim içlerinden biriydi. Aylarca o okulun adını sayıkladım. Kazandığım anı, okulun bahçesinde şarkılar söylediğimi, derslere girdiğimi hayal ettim. Arzu ettiğim her şeyin hayalini kuruyordum. Kazanacağım bu okulu dedim. Evrene doğru mesajı göndermek, inanmak, arzu ettiğin şeyin gerçekleştiğini hayal etmek… Yaptığım şeylerdi bunlar. Ve o büyük gün geldi delicesine heyecanlıydım. Okulun o koca kapısından içeri girdim, elimde duralitim... Sınavın birinci aşaması canlı modeldi. Gelen herkesi tek tek inceliyor, heyecanla konuşuyordum insanlarla. Sınava kaç kişi girecekti, bana nasıl bir model düşecekti, yapabilecek miydim, ya o an bildiğim her şeyi unutursam ne olacaktı, ya stresten kusar hatta bayılırsam napardım ben… Aklımdan bir sürü senaryo geçiyordu. Sınav öncesi elimi açmak, son birkaç deneme yapmak için kâğıt getirmemiş olduğuma hayıflandım. Hemen yanımda oturan kıza sordum ama o da getirmemişti. Uzaklarda bir kız çekti dikkatimi; küçük, zayıf ve heyecanlı bir kız. Stresten kasılmışçasına oturuyordu bankta. Yanında proje tüpü de vardı. Muhakkak kâğıdı da olmalı diye düşündüm. Öyle ya proje tüpünü süs olsun diye yanında getirmiş olamazdı. Yanına gittim ve bir kâğıt aldım ondan. Böylece tanışmış olduk Melikeyle, sınıf arkadaşımla… Akabinde her birimiz kendi köşelerimize çekilip sınav için son hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Annemin eskizini almaya çalıştım, güneş o kadar yakıcıydı ki devam edemedim. Öyleyse imgesel bir figür çalışayım dedim. Yaşlı bir amca çalıştım hemen. Ve evet hayatım boyunca saklayacağım 50-70 bir kâğıdım olmuştu artık. Ve o ses duyuldu “ Sınava alımlar başlamıştır.” Vakit tamamdı. Bir yıl aynı kursta sınıf arkadaşı olduğumuz Nur’ u gördüm kapıda. O da anneme telefonunu bıraktı. Defalarca öptüm Neşliş ’i sonra annemi. En sonunda Nesliş ’in hadi artık git isyanından sonra artık sınav salonundaydım. Nur ile aynı gruptaydık bu bir tesadüf olamazdı. Bence ikimizde kazanacaktık. Kısa siyah tayt şortlu, crop bluz üzerine bol bir gömlek giymiş bir kız oturmuştu karşımıza; bizim grup bu modeli çizecekti. Sakin ol dedim kendime, defalarca denedin Nergis, yapacaksın. Ve böylece kendimle konuşacağım, bir hoca gibi çizimimi aşama aşama takip edip kendime anlatacağım iki buçuk başlamış oldu. Sınav bir açıdan zorlu koşullarda geçecekti. Kolları olmayan plastik bir sandalyede duralitlerimizi dayayacak bir yer olmadan iki buçuk saat çizecektik. Sürenin sonuna yaklaşmıştık, kâğıdımdan epey memnundum. Modelimin ölçüsü, derinliği epey iyi gözüküyordu. Teslim etmek için ayağa kalktığımda ise figürümün ayaklarının bir tık küçük olduğunu fark ettim. Ölçü konusunda buradan puan kırılacaktı. İnsan bazı şeyleri geç fark edebiliyordu. Bakmak ve görmek aynı şeyler değildi. İşte resmin kattığı bu bilince aşıktım. İçim rahattı, ölçüde fark ettiğim ufak bir sıkıntı dışında kâğıdıma güveniyordum. Arkadaşlarıma ikinci aşamada görüşmek üzere diyerek ayrıldım. Bir sonraki gün Mimar Sinan’ ın özel yetenek sınavı çıkışında ise ikinci aşamaya geçtiğimin müjdesini aldım. İkinci aşama sınav günü gittiğim zaman listeleri kontrol edince aday öğrencilerin büyük bir kısmının elenmiş olduğunu gördüm. Çok kişiyi ardımızda bırakmıştık. Bir yandan sevinirken bir yandan da daha çok korkmaya başlamıştım. Kurul oldukça seçiciydi. Çok fazla kişi elenmişti ikinci aşamada zor bir soru ile sınanabilirdik… Döndüm oturduğumuz masaya “

Olacak bu iş, kazanacağım.” dedim. Sarsılmaz bir inanç vardı yüreğimde. Müthiş bir azim ve istikrarla yürüdüğüm bu yolda inanılmaz bir inançla devam ediyordum. İnandığım her şeye böyle tutunurdum zaten. Yorulmadan devam eder vazgeçmeyi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Kendimle, gösterdiğim çaba ve özveriyle gurur duyuyordum. Sınav için kılavuzda deneysel desen olarak bilgi verilmişti. Ne sorulacağına dair pek de fikrimiz yoktu. İmgesel olabilirdi, yarı imgesel olabilirdi ya da daha önceki yıllarda örnekleri olduğu gibi daha farklı çalışmalarda isteyebilirlerdi. Hepsine hazırdım. Ve solanda yerimi aldım. Hocalar oldukça mütevazı ve naziklerdi. Bu bir nebzede olsa heyecanımızı alıyordu. Ve soru geldi, sınav imgeseldi. Hemen başladık, kapkara kollarımızla sınav salonundan çıkana dek. Ben umutluydum, mutluydum. Kendime de kâğıdıma da güveniyordum. Bundan sonrası nasipti. Kayıtta görüşmek üzere dedim arkadaşlarıma ve ayrıldım. Sınav sonuçları açıklanana kadar yerimde duramayacağım anlaşılmıştı. Deli gibi heyecanlıydım ve sadece sonuçların açıklanmasını istiyordum. Telefonum çaldı, arayan Nur’du. Açtım. Alo’dan sonra söylediğim ilk şey “ Açıklanmış mı?” oldu. Açıklanmış ve Nur kazanmıştı. Telefonu kapattım ve evin içinde bir tur attım. Akabinde titreyen ellerimle bilgisayarı aldım. Heyecandan şifremi doğru yazamıyordum. Neyse ki üçüncü denemede sisteme giriş yapabildim. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Resim – İş Öğretmenliğini kazanmıştım. Ben kazanmıştım. Hayalimdeki okulu kazanmıştım. Uykusuz gecelerimin, şişen gözlerimin, ağrıyan bileklerimin, verdiğim emeklerin karşılığında Türkiye’nin en iyi okullarından birini kazanmıştım. İstanbul resim öğretmenliği bölümü olan tek üniversiteyi… Allah’ın bir hediyesiydi bu, kıymetini bileceğim nadide bir hediye… Ne kadar şükretsem az geliyordu. Hayatın harikulade bir dengesi vardı. Şer dediğimiz hayır, hayır sandığımız şer çıkabiliyordu. Beş senemi verdiğim bir iş yerinden tazminatımı bile almadan ayrılmam benim için kötü bir olaydı. Ardında çiçekli bahçeleri açan kötü bir olay. Kötü sandığım lakin şimdilerde iyi ki de olmuş dediğim bir olay. O zamanlar beni çok inciten neticesinde şirketten ayrılma kararı aldığım yöneticime teşekkür etmek isteyeceğim aklıma bile gelmezdi. Mobbing sever bir yöneticiye ve onun yaptıkların çanak tutan bir CEO’ ya kim teşekkür etmek isterdi ki. Ben istermişim mesela. Âlemlerin Rabbine bıraktım yüreğimi inciten davaların hesabını. Şeytanların sofrasında ekmek yemek yakışmazdı bize. Ben gördüğüm kötülüğün ardından sessizce terk etmeyi seçtim. Gönüllerimizin sahibi Allah’tı; yenilen hakların, kırılan kalplerin hesabını soracak olanda. Ben davalarımı Rabbime bıraktım. İnandım, güvendim, sığındım… Sıradan bir insan kaynakları uzmanı ya da sıradan bir yönetici olacakken Nergis olarak var olacağım yollara beni itenlere teşekkür ederim. Üzgünüm ama adımı duyuyor olacaksınız. Güçlü ve güzel bir sanatçı olacağım. Yalnızca sizler değil, kim bilir dünyanın bir ucundaki bir insana bile yetişir sözlerim. Belli mi olur? Hem ben neleri başardım değil mi ,? Bakıyordum da istifamdan bu yana sadece ay geçmiş, bir yıl bile olmamış daha. Devam etmiş olsaydım alacağım şey uyduruk bir terfiden fazlası olmayacaktı. Şimdiyse dünyalar benim… Geçen zaman kime neyi getirdi bilemem ama bana kendimi bulacağım çiçekli yolları açtı. Aynada gözleri ışıl ışıl, yüreği kıpır kıpır genç ve güzel bir kız görüyorum. Onunla gurur duyuyorum, onu çok seviyorum. Yüreğim sonsuz ve tevekkül ve Allah sevgisiyle ışıldıyor. Bana bugünleri gösteren ve sayamayacağım kadar çok şeyle nimetlendiren Rabbime şükürlerimi sunuyorum sık sık. Sonra dönüyorum canım kendime ve diyorum ki “ Bu daha başlangıç, mücadeleye devam…” Benim adım NERGİS ne iyilikten ne de yolumdan dönmeyeceğim. Güzel çiçekler ektim bahçeme, mis gibi kokan renk renk açan. Güzel dostlar biriktirdim haneme; sevincimde kucakladığım, derdimde omuzunda ağladığım. Bir gülüş yerleştirdim dudağımın kıvrımına; her geçen gün kendisine yaklaşan, yüreği huzurla, eli iyilikle dolu olanlara özgü bir gülüş. Bir aşk yerleştirdim yüreğime; sevdanın Rabbimden geldiğine inanarak, aşkın kaynağının Allah, aşkların en güzelinin Allah aşkı olduğuna inanarak. Yol güzel, yolculuk güzel, varılacak yer hepsinden daha güzel… Aşkla…

30 Haziran 2023 Cuma

KIRILMAK


Kırılmak; kelimenin tam anlamıyla parçalara ayrılmak, parçalarına ayrılmak. Bu sabah, sabah kahvesi için fincan almak isteyip dolabı araladığımda üstüme doğru gelen bardağı savuşturmak suretiyle elimi uzattığım anda elimden küçük bir buse alan fincanın tezgah arası ile yaşadığı çarpışma sonucu üç parçaya ayrıldığını gördüm. Aman tanrım en sevdiğim fincan mı yoksa diye telaşlanırken en sevdiğim fincan olmadığını fark edip rahatladım. Sonra parçaları topladım, önüme koydum. Onu bir araya getirmeye çalıştım. Tıpkı eskisi gibi, kırılmadan önceki hali gibi olur mu diye umarak. Aslında büyük parçalar olmak üzere üç parçaya ayrılmıştı, bu iyi bir şeydi. Pek tabi bin parçaya ayrılabilirdi. Bu da bardağın yapısıyla ilgiliydi. Bunu deneyimlemiştim. Bazı şeyler paramparça oluyordu. Bu parçalanma eskiye dönüşün imkansızlaştığı bir başkalaşımı doğuruyordu. Her bir parça kendi hürriyetini ilan ediyordu sanki. Her bir parça başka bir dünya içinde kendine yer bulup devam ediyordu hayatına. İnsan da böyleydi. Bazı kırılmalarla her bir parçamız başka bir yere dağılırken asla eskisi gibi olmayacak başka bir bizle devam ediyorduk yola. Eskiyi bize unutturan bir parçalanışla devam etmek. Bir açıdan yok olmak bir açıdan bölünen her parçayla ayrı bir dünya yaratıp birken bin olmak. Bazen de yalnızca bir kaç parçaya ayrılıyordu. Eskinin kısmen muhafaza edildiği bir kırılmaydı bu. Hatta kopan parçalar bir araya getirilerek kısmen bir devamlılık bir sağlanabiliyordu. Asla kapanmayan ve sarılan yaralarla devam etmek gibiydi. Büyük parçaları bir araya getiriyorduk ama kopan minik minik parçacıklarda vardı. Onları toplamak da birleştirmek de imkansızdı. Yani eğreti yapıştırma işlemi içinde kayıpları da barındırıyordu. Kaybettiklerimizle birlikte sarılmış kapanmayan yaralarımızla devam ediyorduk. Hiç bir zaman eskisi olamazken bir yeniliği de doğuramıyorduk. Eskinin yaralı devamı gibiydi aynaya yansıyan görüntümüz İçinde özlemleri, kırgınlıkları, kızgınlıkları, keşkeleri ve affedemeyişleri taşıyan. Yani sadece bir kaç parçaya bölündü diye onu bir araya getirmeye çalışmak ve eskisi gibi olabileceğini düşlemek beyhude bir çabadan ibaretti. Kırılma anını  verdiği ıstırabı her an devam ederek yaşamaya mahkum ediyorduk fincanı. Bir kere parçalandıysa her parçayı kendi özgürlüğüne bırakıp kendi dünyalarında yeniden var olmalarına imkan vermemiz gerekiyordu. Elbette kırılma anını hiç biri unutmayacaktı. Ama artık bir ıstırap değil doğum sancısının verdiği müjde olarak kalacaktı hafızalarında. Kırık bir fincan aynada gördüğüm kadını anlattı bana bu sabah. Bir araya getirmeye çalışırken parçalarımı her parçaya en temelde benliğime yaptığım haksızlığı anlattı. Azat ediyorum artık hepsini. Onları azat ederken, içimde taşımaya devam ettiğim ve ruhuma yük olan kötü duyguları da geride bırakıyorum. Bir ben kalıyor geride, geriden kalan her beni zamanın kollarında ait oldukları yerlere bırakıyorum. Bir ben kalıyor geride müthiş bir sancıyla doğuran kendini. Bir ben kalıyor geride mücadelesi ve güzelliği ile hiç görmediğim bir ben... Ve gurur duyuyorum kendimle. Her kulvarda verdiğim mücadele için ayrı ayrı taçlandırıyorum kendimi. Meğer hiç sevmemiş, hiç onurlandırmamışım kendimi; böylesine hak ederken.

3 Nisan 2023 Pazartesi

GİZEM




 Ben aşk dedim adına. Belki de yalnızca bir gizem. Sırrı asırlardır çözülemeyen karanlık bir büyü. Biter mi nereden geldiğini anlamadığımız bu sihir?  Karanlığın içindeki kara şapkalı, koca burunlu cadıyı bulamıyorum. Olsa olsa o yapmıştır diyorum. Benliği ele geçiren zehir. Sonunu düşünmeden yürüme arzusu. Devam etmenin de vazgeçmenin de ölüm olduğu bir çıkmaz. Zehir işlemeye görsün içimize. Devam etmek; başı huzursuzluk, başı mutluluk, sonu ecel. Vazgeçmek; başı ölüm, yaşarken ölüm, sonu inşa edilmiş yeni bir yaşam karanlık yollardan dönülerek. Pan zehir nerede bilmezdim, çok aradım. Zehir içimizdeydi, panzehirde. Yalnız bu büyüyü çözemedim. Hiç bir zaman çözemedim.

YENİ HAYAT

Yeni evde ilk gün… Penceremi sonuna kadar açtım, göğü doldurdum odama, her bir yıldıza ayrı bir dileğimi emanet ettim. En güzel dualarımı bu...