“Yoksa sen de yaptığını bir türlü beğenmeyenlerden misin?” dedi genç adam, sınıfın geri kalanının boşluğuna karşı bir köşeye yığılı vermiş öğrencilerin arasından kopup gelen öğrenciye. Kayıp bir zamanın içinde ellerinin arasında var ettiği gerçeğiyle sıraları bir bir geçerken, yavaş adımlarla yaklaştı adama. Bir kaosu, kendisi dünyayı o kadar sanırken bulunduğu alanın yalnızca minik bir köşesini kaplayan küçük ve karanlık insan yığınlarını ardında bırakarak. Dönüp baktığında geride bırakmış olmanın kolay olduğunu biliyordu, zor olan yüreğinin geride bırakmasıydı. Öyle ki tutup taşımak kendini… Yalnızca ayaklarına yürü demek yüreğine yürü demekten çok daha kolaydı. Bir sıradanlığın ve birbirine benzeyen insanların arasından kopuyordu. Kopmak istiyordu. Kara ördeklerin arasında sarı bir ördek nasıl fark edilirse öylece gösteriyordu kendini olduğu yerde. Bir rüzgâr onu ayağa kaldırmıştı sanki. Herkesin birbirine benzediği yerde farklı olan oydu. Onu taşıyan ayakları kendi rüzgârı olmalıydı. Hepsinin elleri bomboşken kendisiydi elleri dolu gelen. Farklıydı, var etmek istiyordu… Dokunmak, geçtiği yerlerde iz bırakmak… Dört başını iyilik kuşatsın istiyordu geçtiği yolların. Yaptığı her şeyi eksik ve yetersiz görüşü de bundandı, o en iyisini yapabilmeyi arzuluyordu. Elbette bir gün en iyisini yapacaktı fakat şu an yaptıklarına haksızlık ederek yürüyemezdi bu yolu. Yerdiği kadar göğe çıkarmayı da bilmeliydi. En doğru ve en gerçekçi şekilde değerlendirip en güzeline ulaşmalıydı, kendi mükemmeline. Ve bunun için buradaydı. Tüm yetkinliği ve bilgeliğiyle karşısında durmuş, yüreği ve elleriyle var ettiğini beğenmeyişinin onu hiçbir yere ulaştırmayacağını anlatıyordu. Hep bir yol gösterici aramıştı, bir öğretici… Birisi ona yürüdüğü yolları tarif etmeliydi. Nerede durması nerede yürümesi gerektiğinin izahını arzuluyordu. Evet, her şey ondaydı, yüreğindeydi. Fakat kendisinde bile olsa öze ulaşmak için birilerinin yardımına ihtiyacı olduğunu düşünürdü insanın. Oysa şimdi anlıyordu. Tek yapması gereken durmadan devam etmekti, korkunç eleştirilerini derin kuyulara gömerek. Başını kaldırdı aradığı cevapları vermek için gelmişti bu adam, ya da kendisi ona. Kara gözleriyle kendisine bakıyordu. Bir gerçeği kendini hırpalamadan olabildiğince sakin izah etmiş olmanın bilgeliğini kuşanmıştı göğsüne. Elinde tuttuğu gerçekliğe bakıp söylediği tek cümleyi düşündü. O an aklından geçenleri… Ne içinde bulunduğu sınıfı ne de öğretmeni tanımayışının onda yarattığı kaygıyı anımsadı. Buraya nasıl geldiği, neden geldiği ve ne işi olduğuna dair ufacık bir fikri bile yoktu. Bildiği tek şey orada olduğu ve mucizesini elinde taşıdığıydı. Kendisinden bir şeyler katmıştı, bir şeyler var etmişti yüreğinin ışığını tutarak. Yüreğinin ışığıydı belki de ellerindeki. Oysa şimdi aklından geçenler dönüşmüştü. Kaygı yerini teslimiyete, beğenmeyişler bahşedilenlere minnete bırakmıştı. Burada olmasının derin manasını idrak edebiliyordu. Sıra tüm bu idrak ettiklerini uygulamaktaydı, unutmamakta. Her hikâye delicesine bir sona koşarken yeni hikâyeler başlayabilsin diye, bu hikâyede kendi sonunu yazıyordu… Kaldırdı başını döndü sağına, attığı birkaç adım onu kapıya götürecekti. Son kez baktı etrafına vakur adımlarla kapıya yürüdü, kapı açıktı hiç kapanmamıştı. Usulca çıktı, ruhunu onu bekleyen aydınlığa ve rüzgârlara teslim ederek yeni rüyalara daldı, hayat onu bekliyordu eteğinde bin bir farklı hikâyeleriyle.
27 Ağustos 2022 Cumartesi
11 Ağustos 2022 Perşembe
NAİF BİR GÜNEŞ
Naif bir güneşin tenimi ve ruhumu aydınlattığı bir öğle
arası, martıların selamına karşılık yüreğimin türküsünü mırıldandığım. Yer,
gök, kalbimin sesine ses veren martılar ve tüm ihtişamıyla Süleymaniye. Ve tüm
bu güzellikleri hissedebildiğim için şanslı olduğumu düşündüğüm bir an.
Dünyanın körlüğünden bir parçada koparabilmişsem kendimi, en azından öyle
hissediyorsam. Cevap bulamadığım sorularımla dökülüvermişim sahile, bir
yamaçtan yuvarlanırcasına. Yanı başıma aldığım denizin koluna girmiş
yürüyüvermişim sahil boyu. Birkaç küçük adımdan sonra çöküveriyorum ahşap
basamaklara. Bir parça sessizliği paylaşıyorum önce. Şehrin göbeğinde tüm
karmaşıklığın ortasında dinlendiren bir sessizlik, sükûnet… Tüm sesleri
soğurmuş bir sessizlik, bin bir sesi bağrında taşıyan. Yaşanmışlıkların gizli
olduğu susuşlar gibi. Güneş, en sevdiğim renk turuncunun yuvası. Öylesine
cömertken bizi gölgede bırakıyor şimdi, yalnızca Süleymaniye’yi
aydınlatıvermiş. Eteğimdeki sorulardan haberdar mı yoksa? Bu Güneş’ in cevabı
mı? Aradığımın nerede olduğunu söylüyor belki de bana, karanlığa düşünce neye
sarılmam gerektiğini. Tam da bunları yazarken tüm sıcaklığını tenimde
hissediyorum. Bu da başka bir cevap mı? Evet, aradığım her şeyin ben de
olduğunu biliyorum. Unuttuğumu hatırlatıyor bana. Unutmuşluğuma kırılıyorum,
beni hep yanıltıyor.
Ve benim sevgili denizim; bakmalara doyamadığım, nefes olup
ciğerime çektiğim, ölümü ve sonsuzluğu fısıldayan mavi kuşum… Öylesine usul ki
bugün, sakinliği gösteriyor bana hem de durmayan minik dalgalarıyla. Hep kıpır
kıpır, dinmeyen bir neşe. Sabırlı onca zulme rağmen sevgiyle kucaklarını açmış
bize. Selam olsun sunduğunuz er bir güzelliğe.
SÖĞÜT AĞACI
Güzel söğüt ağacı, tüm mütevazılığı ile salkım salkım yerlere uzatıvermiş dallarını, yeşilin en hayat veren tonuna boyadığı yapraklarıyla. Sığınıveriyorum gölgesine, şefkatiyle kucaklıyor beni. Kendimle girişeceğim derin sohbetlerin giziyle saklanıveriyorum kuytularına. Koyuluyorum sohbete, arkadaş olup anlamak istiyorum kendimi, herkesi anlamaya çalıştığım gibi. Herkesten önce anlamaya ve tanımaya çalışmam gereken kişinin kendim olduğunu unutmuşluğumun acısını çıkartırcasına kayboluvereceğim bir sohbete gönlümü bırakıyorum.
Çoğu zaman fazla merhametsiz olduğumuz gerçeği ile irkiliyorum. Bir başkasına gösterdiğimiz anlayışın onda birini kendimize göstermediğimiz zamanların çokluğu ile yüzleşiyorum. Ne bekliyorsak kendimizden. Aslında ne beklediğimizi de biliyorum, hiç düşmemeyi. Oysa hayat düşmemek değil her düştüğünde yılmaz bir güçle yeniden kalkabilmekte. Ne çok haksızlık yapıyoruz kendimize değil mi? Hiç düşmemek, hiç yaşamamak. Yaşamayı çok görüşlerimiz var kendimize, heybemizde biriktirdiğimiz. Oysa yaşıyoruz, hayattayız. Elbette düşeceğiz ama kalkacağız da. Tüm sessizliğini bir kenara bırakıp sohbete akıyor yüreğim. Düştüğüm yerler kızıl kanlara boyansa da yüreğim turuncusuna akıtacağım oraya. Can alan renkleri can veren renklere boyayacağım. Kapanmaz sandığım yaraları kendim iyileştireceğim. Benim yaralarım, benim sancım, bu sessiz ve yersiz neşe bana ait. Yersiz demekle haksızlık ediyorum belki de. Var oluşuma duymuş olduğum şükranın yarattığı ve en derinime kadar hissettiğim renkli duygular silsilesi. Bin bir şükran içeren neşe kırıntıları. Hepsi bana ait lakin bir zamanlar, hissettiğim her şey. Hapsoldukları zamanın derinliğinde benimle birlikteler. Bazılarını yol ayrımında bırakmak istiyorum, bırakabilmek için yol ayrımları yaratıyorum. Bazıları sonsuza dek gelsin istiyorum benimle, hep benimle. Her zaman başarılı olamayabiliyorum. Devam etmek istediklerimin yol ayrımında saptığını görürken, yol ayrımında bırakmak istediklerimin benimle devam ettiğini görüyorum. Sonra bakıyorum ki daha da güzelleşmişim her şey benim için diyorum, her şey. Attığımız her adım ruhumuza işlenen bir ilmek. Daha da güzelleşebilmemiz, büyüyebilmemiz için. Zafer kaybettiğimiz anlarda bile bizimle. Kazanmak nedir ki zaten, bir parça daha güzelleşebilmek. Ruhumuz… Aynalar. Doğruyu söyleyin bana, zamanın her anında. Çirkinsem, çirkinliğimi tutuşturuverin avuçlarıma. Görmeden mümkün değil ateşe vermek. Hiçbir çirkinlik barınmasın varlığımızda.
YENİ HAYAT
Yeni evde ilk gün… Penceremi sonuna kadar açtım, göğü doldurdum odama, her bir yıldıza ayrı bir dileğimi emanet ettim. En güzel dualarımı bu...
-
Bazen… Satırlarımı tek düzeliği yıkan bir kelime ile başlatmanın en doğrusu olduğuna karar verdim. Zira bu gün doğan gün, hayatlarımızın v...
-
Bir mumun alevine fısıldıyorum...O beni duyuyor, ben onu dinliyorum. Yanışından muzdarip, kırgın bir iç çekişle selamlıyor beni. Ben kırıl...
-
Yaşamak attığımız tek bir adımı bile geri alamadan yürüdüğümüz bir yol. Nerede engebe nerede çukur göremediğimiz derinliğini yüksekliğini an...