
Kırılmak; kelimenin tam anlamıyla parçalara ayrılmak, parçalarına ayrılmak. Bu sabah, sabah kahvesi için fincan almak isteyip dolabı araladığımda üstüme doğru gelen bardağı savuşturmak suretiyle elimi uzattığım anda elimden küçük bir buse alan fincanın tezgah arası ile yaşadığı çarpışma sonucu üç parçaya ayrıldığını gördüm. Aman tanrım en sevdiğim fincan mı yoksa diye telaşlanırken en sevdiğim fincan olmadığını fark edip rahatladım. Sonra parçaları topladım, önüme koydum. Onu bir araya getirmeye çalıştım. Tıpkı eskisi gibi, kırılmadan önceki hali gibi olur mu diye umarak. Aslında büyük parçalar olmak üzere üç parçaya ayrılmıştı, bu iyi bir şeydi. Pek tabi bin parçaya ayrılabilirdi. Bu da bardağın yapısıyla ilgiliydi. Bunu deneyimlemiştim. Bazı şeyler paramparça oluyordu. Bu parçalanma eskiye dönüşün imkansızlaştığı bir başkalaşımı doğuruyordu. Her bir parça kendi hürriyetini ilan ediyordu sanki. Her bir parça başka bir dünya içinde kendine yer bulup devam ediyordu hayatına. İnsan da böyleydi. Bazı kırılmalarla her bir parçamız başka bir yere dağılırken asla eskisi gibi olmayacak başka bir bizle devam ediyorduk yola. Eskiyi bize unutturan bir parçalanışla devam etmek. Bir açıdan yok olmak bir açıdan bölünen her parçayla ayrı bir dünya yaratıp birken bin olmak. Bazen de yalnızca bir kaç parçaya ayrılıyordu. Eskinin kısmen muhafaza edildiği bir kırılmaydı bu. Hatta kopan parçalar bir araya getirilerek kısmen bir devamlılık bir sağlanabiliyordu. Asla kapanmayan ve sarılan yaralarla devam etmek gibiydi. Büyük parçaları bir araya getiriyorduk ama kopan minik minik parçacıklarda vardı. Onları toplamak da birleştirmek de imkansızdı. Yani eğreti yapıştırma işlemi içinde kayıpları da barındırıyordu. Kaybettiklerimizle birlikte sarılmış kapanmayan yaralarımızla devam ediyorduk. Hiç bir zaman eskisi olamazken bir yeniliği de doğuramıyorduk. Eskinin yaralı devamı gibiydi aynaya yansıyan görüntümüz İçinde özlemleri, kırgınlıkları, kızgınlıkları, keşkeleri ve affedemeyişleri taşıyan. Yani sadece bir kaç parçaya bölündü diye onu bir araya getirmeye çalışmak ve eskisi gibi olabileceğini düşlemek beyhude bir çabadan ibaretti. Kırılma anını verdiği ıstırabı her an devam ederek yaşamaya mahkum ediyorduk fincanı. Bir kere parçalandıysa her parçayı kendi özgürlüğüne bırakıp kendi dünyalarında yeniden var olmalarına imkan vermemiz gerekiyordu. Elbette kırılma anını hiç biri unutmayacaktı. Ama artık bir ıstırap değil doğum sancısının verdiği müjde olarak kalacaktı hafızalarında. Kırık bir fincan aynada gördüğüm kadını anlattı bana bu sabah. Bir araya getirmeye çalışırken parçalarımı her parçaya en temelde benliğime yaptığım haksızlığı anlattı. Azat ediyorum artık hepsini. Onları azat ederken, içimde taşımaya devam ettiğim ve ruhuma yük olan kötü duyguları da geride bırakıyorum. Bir ben kalıyor geride, geriden kalan her beni zamanın kollarında ait oldukları yerlere bırakıyorum. Bir ben kalıyor geride müthiş bir sancıyla doğuran kendini. Bir ben kalıyor geride mücadelesi ve güzelliği ile hiç görmediğim bir ben... Ve gurur duyuyorum kendimle. Her kulvarda verdiğim mücadele için ayrı ayrı taçlandırıyorum kendimi. Meğer hiç sevmemiş, hiç onurlandırmamışım kendimi; böylesine hak ederken.